Dünyanın ilk Instagram korku dizisi başlıyor

İlk Instagram korku dizisi Eşik, 9 Şubat’ta izleyicilerle buluşacak.

Dünyanın ilk Instagram korku dizisi Eşik’in ilk bölümü 9 Şubat Cuma günü saat 21.00’da izleyicilerle buluşacak. Başrollerini Erkan Çelik ve Gizem Nur Doğa’nın yer aldığı ‘Eşik’ isimli dizi, Instagram sayfası üzerinden 59 saniyelik bölümler halinde yayınlanacak. 10 bölümlük gerilim-korku türündeki dizinin sewnaryosunu yazan Erdoğan Eyrik, Seyithan Kartal ile birlikte filmin yönetmenliğini de üstlendi. Avantgarde Yapım ve Ahtapot Film Prodüksiyon iş birliğiyle çekilen dizinin Post Production çalışmalarını ise Dr. Medya üstleniyor.

Haftada 2 bölüm olarak yayınlanacak dizinin oyuncu kadrosunda Gökhan Kalafat, Serdar Sezgin Güvenç, Burak Gürses, Ercan Geçkin, Şule Yılmaz, Neslihan Yalçın, Eren Arifer, Erol Göç, Kenan Yalçın ve Gizem Erkoç yer alıyor. Dizi Instagram’ın ardından Youtube ve Twitter üzerinden de paylaşılacak.

Instagram’ın ilk korku dizisi Eşik’in konusu da dikkat çekiyor. Orta yaşlarının başında olan Fikret, bir yıl önce eşini kaybetmiştir. Eşini kaybetmesiyle ruhsal çöküntü içine giren Fikret, kendini toplumdan tamamen soyutlamış ve şehir dışında bir evde yaşamaya başlamıştır. Bu süreçte ona eşlik eden tek kişi bahçıvanlığını yapan Kasım’dır. Fikret’in iki iddiası vardır. Birinci iddiası, eşinin ölümüne sebep olan üç kişiden ikisini kendisinin öldürdüğüdür. İkinci iddiası ise, öldürdüğü iki insanın ruhlarının onu rahatsız ettiğidir. Özellikle geceleri duyduğu sesler ve gördüğü karartıların gittikçe yaklaştığını hisseder ve bunun kendisi için tehdit oluşturduğunu düşünür. Kendini korumak isteyen Fikret bunlarla mücadele etmeye başlar.

Korku sinemasının 10 unutulmaz karakteri



En masum: Dr. Frankenstein’ın Canavarı
Kendisine laboratuvarda hayat veren Dr. Victor Frankenstein’ın ismiyle anılır. İlk kez Mary Shelley’nin 1818 tarihli “Frankenstein” adlı romanında karşımıza çıkmıştır. Korkutucu görünümüne rağmen hassas ve duygusaldır. İmajının oluşmasında en çok katkısı olan isim hiç kuşkusuz “Frankenstein” (1931) filminde onu canlandıran Boris Karloff’tur. Bazıları onu işçi sınıfının temsilcisi olarak görürler. Günümüzde ise yapay zekâların birer modern Frankenstein olduğu konuşuluyor…



En karizmatik: Kont Dracula
Bram Stoker’ın 1897 tarihli romanı “Dracula”da tanıştık onunla ama asıl şöhretine filmler sayesinde ulaştı. Şimdilerde sinema tarihinin en sık karşımıza çıkan, en ilham verici karakterlerinden biri. Dracula’yı Dracula yapan en önemli özelliği, kana susamış bir cani olmasına rağmen aristokrat karizmasını hiç kaybetmemesi… Baştan çıkarıcı bir erkek olduğunu da unutmayalım.



En sapık: Norman Bates
1960’da Robert Bloch’un romanından uyarlanan “Sapık” (Psycho) filminde karşımıza çıkan Norman Bates’in unutulmazlaşmasında yönetmen Alfred Hitchcock ve oyuncu Anthony Perkins’in kuşkusuz büyük payı var. Hitchcock’un dönemin muhafazakâr kodlarına meydan okuyarak çektiği filmde Bates, huzursuz edici varlığı ve sapkın zihniyle bütün filmi gerilimle doldurur. Yeniden çevrimler, devam filmleri ve TV dizileri bir yana benzer karakterlere ilham vermeyi hâlâ sürdürüyor..



En ilkel: Leatherface
O şehirli Amerikalıların bilinç dışındaki taşra korkusunun bir yansıması… Yamyamlık ve öldürme içgüdüleriyle yaşayan bir canavar… İnsan derisinden maskeler giyen gerçek bir katilden esinlenen ve “Leatherface” olarak bilinen bu isimsiz karakter, insan kasaplığı geleneğini sürdüren Texas’lı ailenin bir çocuğu… Sinema tarihine girişi, 1974’de Kim Henkel ve Tobe Hooper’ın yazdığı “Texas Katliamı”yla (The Texas Chainsaw Massacre) oldu. Elektrikli testeresi ve maskesiyle hafızalarda derin izler bıraktı.



En sakin: Michael Myers
Ablasını mutfak bıçağıyla öldürdüğünde küçük bir çocuktu. 15 yıl sonra doğduğu yere dönmesinin tek nedeni cinayetlerine kaldığı yerden devam etmek, daha çok genç kız öldürmekti… Yüzüne taktığı maskesi, sessizliği, “dokuz canlı” olması ve robot gibi yürümesiyle hafızalara kazındı. Yegâne amacı öldürmek olan Michael Myers’ı ilk olarak John Carpenter’ın yazıp yönettiği “Halloween”da (1978) tanıdık.



En kindar: Jason Voorhees
1980’de gösterime giren “13. Gün”de (Friday 13th) tanıdık onu. Bu kadar ünlü olabileceği beklenmiyordu. Öyle ki karakterin dış görünüşü ve kişiliği, tam olarak serinin üçüncü filminde yerine oturdu. Taktığı maske nedeniyle farklı oyuncular tarafından canlandırılan ve gençleri öldürmeye, intikam almaya doymayan Jason, sadece sinemada değil, çizgi romanlarda ve video oyunlarında da cinayetlerini sürdürdü.



En ürpertici: Freddy Krueger
Bir grup öfkeli ebeveynin yakarak öldürdüğü Freddy Krueger, çocukların rüyalarına girerek varlığını sürdürür. Kâbusunda öldürdüğü çocuk, yataktan sağ kalkamaz. Freddy, yanmış suratı, kırmızı yeşil kazağı ve jiletli eldiveniyle gelmiş geçmiş en korkutucu karakterlerden biridir. İlk olarak Wes Craven’in yazıp yönettiği 1984 tarihli “Elm Sokağında Kâbus” (A Nightmare on Elm Street) filminde aktör Robert Englund’un yorumuyla karşımıza çıkmıştı.



En zeki: Dr. Hannibal Lecter
Thomas Harris’in romanlarında tanıdığımız Doktor Lecter, suçluların zihninin okumasını bilen bir psikiyatr, aynı zamanda bir yamyam ve seri katil… Uygarlığın ilkellikle buluştuğu bu sapkın kişilik, elbette sinemanın dikkatinden kaçmadı. Onu ilk olarak 1986’da “Manhunter”da Brian Cox’un yorumuyla seyrettik. Beş yıl sonra Anthony Hopkins “Kuzuların Sessizliği”nde aynı karakterle Oscar’a uzandı. Lecter, son 20 yılın sinemasını en çok etkileyen karakterlerden biri…



En şirin: Chucky
Zevk olsun diye insan öldüren bir katil, zararsız, şirin bir oyuncak bebeğin içine girerse neler olur? 1988 yapımı “Child’s Play” filminde tanıdık Chucky’yi…. Seri katil Charles Lee Ray, kara büyü kullanarak ruhunu oyuncak bebeğe aktardı ve cinayet işlemeyi sürdürdü… Brad Dourif’in seslendirdiği Chucky, seyirci tarafından öylesine sevildi ki 90’ların en popüler “kötü”lerinden biri olarak yedi filmlik bir serinin ana karakteri oldu.



En titiz: Jigsaw
Tobin Bell’in ilk kez 2004’de “Testere”de (Saw) canlandırdığı, “The Jigsaw Killer” lakaplı John Kramer, başarısız intihar girişiminin ardından insanları hedef alan bir kanser hastasıdır. Direkt olarak öldürmektense insanları birbirine kırdırmayı tercih eder. Zekice düzenlenmiş bilmece gibi oyunlarla suçlu kurbanlarını zor seçimlerle karşı karşıya getirir. Amacı insanların iradesini ve hayatta kalma arzusunu ortaya çıkarmak, onları kendileriyle yüzleştirmektir.

Yazı: Mehmet Açar

Korku sinemasının 10 unutulmaz karakteri



Dr. Caligari’nin Kabini (Das cabinet des Dr. Caligari)
1920, Almanya
Yönetmen: Robert Wiene

Korku gerilim sinemasının tarihinde bir mihenk taşı. Yönetmen Wiene, sinema tarihinin ilk seri katil filmlerinden birine imza atarken, gerçeklik algısını zorlayan set tasarımları, ışık ve gölge oyunlarıyla Alman dışavurumcu estetiğini başarıyla sinemaya yansıtıyor. Öykü seyirciyi ters köşeye yatıran sürpriz finaliyle dönemine göre devrimci bir nitelik taşıyor.



Nosferatu (Nosferatu, eine Symphonie des Grauens)
1922 Almanya
Yönetmen: F. W. Murnau

Avrupa’nın vampir geleneğine sahip çıktığı ilk filmlerden. Murnau, 1920’li yıllar için yenilikçi ve özgün bir anlatımla korku – gerilim sinemasının normlarını inşa ediyor; kendisinden sonra defalarca kullanılacak buluşlara imza atıyor. Kont Orlok’ta Max Schreck hâlâ korkutucu. Nosferatu’nun gün ışığında kaybolup gitmesiyle noktalanan final sekansı ise şahane.



Şeytan Ruhlu İnsanlar (Les diaboliques)
1955 Fransa
Yönetmen: Henri-Georges Clouzot

Pierre Boileau ve Thomas Narcejac’ın romanından uyarlanan film, zalim bir yatılı okul müdürünün (Paul Meurisse) karısı (Vera Clouzot) ve metresi (Simone Signoret) tarafından öldürülmesini anlatır. İki kadın kendilerine çok kötü davranan adamı banyo küvetinde boğar ve cesedini kullanılmayan havuza atarlar. Cesedin kaybolmasıyla tuhaf şeyler olmaya başlar… Clouzot, Hitchcock’a taş çıkartan bir gerilim çekmenin ötesinde “Sapık” filmine de ilham veriyor.



Kadın Katili (Peeping Tom)
1960 İngiltere
Yönetmen: Michael Powell
Kurbanlarını öldürürken onları filme alan bir röntgencinin cinayetlerini konu alan film, gösterime girdiğinde bazı eleştirmenler ve seyirciler tarafından lanetlenmişti. Senaryosunu Leo Marks’ın yazdığı filmde usta yönetmen Powell, sinemanın röntgencilikle olan akrabalığının altını çiziyor; Hitchcock’un “Arka Pencere”de kibarca yaptığını daha sert, gerçekçi ve karanlık bir üslupla karşımıza getiriyor. Çağdaş korku gerilim sinemasını derinden etkileyen başyapıtlardan biri.



Tiksinti (Repulsion)
1965 İngiltere
Yönetmen: Roman Polanski

Polanski’nin senaryosunu Gerard Brach’la yazdığı film, kız kardeşiyle birlikte Londra’da yaşayan Belçikalı manikürcü Carol’ın hikâyesini anlatır. Catherine Deneuve’ün oynadığı Carol, kardeşinin gitmesiyle apartman dairesinde tek başına kalır ve geçmişindeki ağır travmalardan kaynaklanan sorunlar yaşamaya başlar. Film bize onun hayallerini, kâbuslarını yansıtırken gerçeklikle aramızdaki bağları da koparır. Gerçekliği psikolojik sorunları olan bir ana karakterin gözünden sunmasıyla birçok filme esin kaynağı olmuş bir başyapıt…



Karanlığın Gölgesi (Don’t Look Now)
1973 İngiltere
Yönetmen: Nicolas Roeg

Daphne Du Maurier’nin romanından uyarlanan film, İngiltere’deki evlerinin önünde suda boğulan kızlarının acısıyla baş etmeye çalışan Laura ve John Baxter’ın öyküsünü anlatıyor. İş nedeniyle bir süreliğine Venedik’e yerleşen çift, medyum bir kadınla tanışır. John Baxter hayal mi gerçek mi olduğunu anlayamadığı gizemli olaylar yaşamaya başlar ve kızının hayalinin peşine düşer. Venedik’in tenha semtlerinde, gri bir kış ışığı altında çekilen etkileyici bir gerilim.



Suspiria
1977 İtalya
Yönetmen: Dario Argento

Almanya’daki bir bale okuluna kaydını yaptıran Amerikalı öğrenci Suzy geldiği geceden itibaren tuhaf olaylara şahit olur. Bu arada, ölümlerin ardı arkası kesilmez. Suzy araştırdıkça okulun geçmişindeki uğursuz olayları keşfeder… Öyküsünden ziyade görüntüleri, müziği ve atmosferiyle seyirciyi kuşatan film, gösterime girdiği yıllarda özellikle ses sistemi ve özel renklendirilmiş Techhicolor görüntüleriyle sinema salonlarında seyirciye korku dolu dakikalar yaşatmıştı.



Possession
1981 Fransa
Yönetmen: Andrzej Zulawski

Uluslararası bir casus olan Mark (Sam Neill) karısı Anna (Isabelle Adjani) ile Berlin’de yaşar. Bir iş gezisi sonrası eve döndüğünde Anna boşanmak istediğini söyler ve nedenini açıklamaz. Ama hayatında başka bir erkeğin olmadığını söyler. Mark, artık tanıyamaz hale geldiği Anna’nın tuhaf davranışları nedeniyle olayın peşini bırakmaz ve karısının şehirde gittiği bir apartman dairesinin varlığını öğrenir… Gelmiş geçmiş en karanlık, tuhaf ve ürpertici filmlerden biri. Adjani’nin Cannes’da ödül alan performansı da unutulur gibi değil.



Ölümcül Oyunlar (Funny Games)
1997 Avusturya
Yönetmen: Michael Haneke

Kibar ve düzgün görünümlü iki genç erkek, tatildeki bir aileyi rehin alır. İstedikleri tek şey, baba, anne ve oğluna hiç durmaksızın işkence etmektir… Sadece fiziksel acı vermenin ötesinde onların kişiliklerini ezer ve sınırlarını zorlarlar. Hayatta kalmayı ve bir şekilde kurtulmayı umut eden aile, onların isteklerine çaresizce boyun eğer. Haneke’nin asıl amacı, Amerikan filmlerinde olduğu gibi kötülerin yenilmesini bekleyen seyircilerin beklentileriyle oynamak ve onları rahatsız etmektir. Dayanılması güç, seyri zor bir film.



Gir Kanıma (Lat den rätte komma in)
2008 İsveç
Yönetmen: Tomas Alfredson

Sarışın İskandinavların arasında ufak tefek esmer bir kız… Eli, yaşamak için kanla beslenmek zorunda olan bir vampir. Sonsuz bir ergenlik çağına mahkûm ve ona eşlik eden yetişkin erkekle birlikte sürekli yer değiştirmek zorunda. Mutsuz ve yalnız Oskar’a ilk karşılaşmalarında “Arkadaş olamayız” diyor ama aralarındaki sevgi giderek derinleşiyor. Stockholm banliyösünün renksiz ve donuk ortamında geçen bu gerilim filmi, hüzünlü bir aşk öyküsü de anlatıyor.

Derleyen: Mehmet Açar

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*